Tanju Babacan’la Mercedes Benz
Fashion Week’te de yer alan son koleksiyonunu, kişiliğini, tasarım sürecini,
Red Beard markasını ve daha bir sürü şeyi konuştuk, genellikle ona daha önce
sorulmayanları sorduğumuza inanıyorum. Sorulacak çok şey olduğundan biraz uzun
bir röportaj oldu, umarım keyifle okursunuz.
Röportaj için atölyeye girdiğimizde atölyede kızına nişanlık almak isteyen bir anne ile iki kızı da vardı. Anlayacağınız atölye ortamındaki alışveriş kısmına da şahit olduk diyebiliriz. Bu ailenin kızı Valentino bir elbise beğenmiş ancak kısa bulmuş, bunu beğendiğini söyleyip Tanju Babacan’a elbisenin fotoğrafını gösteriyor. “Üst kısmı Beymen’de satılıyor, onu alırsak alt kısmını diktirmemiz gerekir, tamamını yaptırmak niyetindeyiz” anlamına gelecek cümleler kurma gafletinde bulunuyorlar Tanju Babacan’a. Tabi Tanju Babacan ne kadar kırmak istemeden konuşsa da dili ağır. “Başkasının modellerine bakıp model yapmıyoruz biz” diyor. Konuşmaları biraz daha sürdükten sonra aile atölyeden çıkıyor ve röportajımıza geçiyoruz.
Röportaj için atölyeye girdiğimizde atölyede kızına nişanlık almak isteyen bir anne ile iki kızı da vardı. Anlayacağınız atölye ortamındaki alışveriş kısmına da şahit olduk diyebiliriz. Bu ailenin kızı Valentino bir elbise beğenmiş ancak kısa bulmuş, bunu beğendiğini söyleyip Tanju Babacan’a elbisenin fotoğrafını gösteriyor. “Üst kısmı Beymen’de satılıyor, onu alırsak alt kısmını diktirmemiz gerekir, tamamını yaptırmak niyetindeyiz” anlamına gelecek cümleler kurma gafletinde bulunuyorlar Tanju Babacan’a. Tabi Tanju Babacan ne kadar kırmak istemeden konuşsa da dili ağır. “Başkasının modellerine bakıp model yapmıyoruz biz” diyor. Konuşmaları biraz daha sürdükten sonra aile atölyeden çıkıyor ve röportajımıza geçiyoruz.
Öncelikle
koleksiyonunuzdan bahsedelim. Neden yumurta?
Tanju Babacan:
Neden yumurta? Nil Karaibrahimgil’den esinlendik ve "Ben Buraya Çıplak Geldim" başkaldırısı konu oldu bana. Burada ben çıplaklığı, bir doğuşu, dolayısıyla da civcivin, kuşun doğum halini baz aldım kendime. Bu doğrultuda da aynı zamanda
çalışmalarımda kullandığım ünlünün, kendi markamın veya gelen konuk
listesindeki ünlülerin de üstünde bir marka kullanmaktan her zaman hoşlanırım.
Hangi tavada yaparsanız yapın; tüm dünya, hepiniz aynı yumurtayı yersiniz. Tavaya kırdınız
mı aynı şeydir. Beyazdır ve sarıdır, pişkinliği budur. Nihat Odabaşı bana
sorduğunda “Çok eğreti durmuyor mu işte pişmiş olması?” diye, ben de dedim ki “Her
doğan da Nihat Odabaşı olmuyor”.
"Red Beard" by Tanju Babacan koleksiyonundan fotoğraflar için tıklayın.
"Red Beard" by Tanju Babacan koleksiyonundan fotoğraflar için tıklayın.
"Red Beard" by Tanju Babacan koleksiyonunun videosu için tıklayın.
Pişmiş yumurta olması
sizin olumsuz tarafına odaklandığınızı gösteriyor sanki?
Hayır hayır, olumlu tarafına bakıyorum. Evet görsel anlamda
doğuşun olumsuz tarafı da var, benim başkaldırılarımda yaşadığım olumsuz
tarafları atlatmamla ilgili bu. Bilmiyorum, desene belki olumsuz tarafı daha
yakındır. Birçok şey diyebilirim bununla ilgili.
Evvela meslektaşlarıma bir göndermeydi bu, ve yeni nesil
meslektaşlarıma. Silikonla performanslar yapıyorlar, oturan izleyici ve
tasarımcı adayı onun silikon olduğunu bazen farkedemeyebiliyor, algılayamayabiliyor.
Ve hep bu tabanca kayıp. Bir de hep elektrik ihtiyacımız var artık, telefon
şarjlarıyla falanla filanla; fiş olması lazımdı, artık fişi tabiri caizse kıçımıza
takar hale geldik. Bu tabancayla yapılıyor işte malzemesi budur yukardaki çubuklar
işte bununla yapıyorum demek arzusundaydım. Kadın şiddetindeki bir kuvvet de
var orada. Açtıkça bir sürü açabilirim ama birinci hedefim bu değildi. Burada
dikkat çekilmesi, İtalyan basınında da yer almasını sağladı ve bu silah görüntüsünden
bahsedildi bu tabancadan; ama benim birinci hedefim buydu, ben bu malzemeyi
bununla yapıyorum, tamamen bununla oluyor bu elbise, o mesajı vermekti.
“YUMURTA KALP GİBİ BİR ŞEY”
Agatha Ruiz De La Prada’nın
2009 koleksiyonunda benzer yumurta figürleri var. Bu konuda sizin hakkınızda
eleştiriler yer alıyor sosyal medyada.
![]() |
Moschino - 1989 |
![]() |
Agatha Ruiz De La Prada - 2009 |
Ama esinlendiğiniz
her şeyde bu geçerli değil mi? Yani neyden esinlenirseniz esinlenin?
Aynen öyle. Bütün yaratılmış olan önümüzdeki hadiselerin
dışında yaşatılan bir de; bir cenaze yaşadım, yeni bir ülkeye gittim, bir aşk
yaşıyorum falan filan bu duygularla da şekillendirebilirsiniz.
Trend takip
etmediğinizi söylediniz. Peki trend yaratabildiğinizi düşünüyor musunuz?
Ülkemiz trend yaratabiliyor mu sizce? Şöyle yaratabiliyoruz
-yaratma kelimesinden hoşlanmıyorum gerçi- ne yapıyoruz mesela, X bir artiste
bir kıyafet yapmışızdır, o artist de çok beğeniliyordur ülkemiz tarafından. Ve işte
o elbise, işte Emel Sayın elbisesi, Ajda Pekkan küpeleri, Ajda Pekkan saçları,
işte bu şekilde bir couture akım olabilir ama ben Türkiye’de böyle bir şey
duymadım, zaten Türkiye’de geçmişi ne ki? Türkiye’de Yıldırım Bey sağ, ondan
evveli Mualla, Canan Yaka’nın annesi, terzilikten gelen, hala herkes sağ, Cemil
Bey sağlıklı ortalarda geziniyorlar. Sahaflara gittiğiniz zaman eski dergilere
baktığınızda birçok eski markayı oralarda görürsünüz ama bize baktığınızda,
işte biraz önce canlı yayın müşteriyi gördünüz. Para bende, geldim, randevumu
aldım veya almadım, Valentino’nun veya bilmem kimin bir elbisesini gördüm. Siz
bana ne yaparsınız? Böyle bir şey yok… Ülkede böyle bir sıkıntı var. Sonrası
bunun ne olacak, üniversitelerde bu tasarım bölümleri falanla filanla bir nefes
olacağız biz de.
“TERZİ KİM OLACAK?”
Peki genç
tasarımcılarda bir ışık görüyor musunuz?
Şimdi genç yaşlı olayını da karıştırıyorum. Özgür Masur
komşum genç.
Ama o kendini
kanıtlamış bir modacı, ben daha çok amatör olup keşfedilmeyi bekleyenlerden
bahsediyorum?
Görüyorum mesela, çok beğendiğim bir tasarımcı, Selim
Baklacı var, bu sene son görüşmemizde Fashion Week’te yer alamayacağını
söyledi, geçen sene katılmıştı, bu sene maddi durumlardan katılamadı. Yani
böyle birileri dururken birilerinin karıları kızları modacı diye geziyor. Bir
de üniversitelerden gelen arkadaşlar oluyor. Üniversiteleri falan önemli değil,
önemli olan, Allah’tan gelme o ses onlarda var mı, o yeteneğe haizler mi bunu
önemsiyorum. Öğretmeyi de seven bir insanım, ne öğretebilirim buna diye
bakıyorum. Bu gelenler de, bir dört seneden bahsediyorum; 3 tane çıkar ya da
çıkmaz benim beğendiğim. Bir tanesi vardı, liseli bir de bu, “Oğlum” dedim, “Sen
her boş vakit bulduğunda gel. Gel sen benim çırağım ol” dedim. Kısa bir süre
sonra dedi ki: “Tanju Bey ben daha ne kadar kumaşçılara gideceğim?”. Ben
kumaşçılardan o kadar çok şey öğrendim ki. Sanatla ilgili her şeyin bir yetenek
sınavından mutlak geçmesi gerektiğine inanıyorum. Geçiren adamları da çok
önemsiyorum. Okuldaki öğretmenleri de çok yeterli bulmuyorum. Yani, kafi
olmadığı gibi tasarımcılarla ilgili bölümün; terzi kim olacak arkadaşlar? Bunu
söyleyin bana. Ben bir terzi olmadan beş para etmem. E şimdi terzi kim olacak?
Senin kızın modacı olmak istiyor, onun kızı modacı olmak istiyor. Yalnızca
çizmek istiyorlar. Sadece çizim olsa, büyük resimler çizebilecek ressamlar
çağırır, onlara çizdiririm. E ben ne istiyorum? İğnesi elinde olan, iğnesi ile
şövalyelik yapan adam arıyorum kendime. Çünkü yetenek sizsiniz kelimesi burada
çok uyuyor yani. Utanıyorum bazen onların böyle sıraları meşgul etmelerinden.
Fakat bizim zamanımızda ne Fashion Week’ler vardı ne bir şey. Devler vardı. Bu
devler de Allah muhafaza yani, zor bir dönem, mesela benim elimden kimse tutup
sen buralara gel demedi. Tek elbiseyle gündem yapmış bir adamım; defilerle de
bir yere gelmiş biri de değilim. Terziliğimi yaptım, tek elbisemi yaptım;
beğenildi, başka elbisemi yaptım. Ama neden böyle oldu? Devler varken o dönemde;
terziler vardı, büyük modaistler vardı, onların yanında yetişme şansım oldu.
İşimin mutfağıyla ilgili belki alaylı olduğumdan belki bir terimde
takılabilirim veya had ve cahilliğimi bilebilirim, ama dikişte tokat atarım,
döverim adamı. Eskisiyle de yenisiyle de kavga edebilirim. Ben iyi bir orkestra
şefi oldum, çünkü herkesten bir şeyler öğrendim o dönemlerde. Şimdi çocuk
dersini okuyor, üniversiteyi nasıl okuduğu aşikar, ondan sonra geliyor çırak
olmak istiyor. Bazılarının babaları çoktan dükkanlarının anahtarlarını koydu
bile önlerine. E ne olacak? Olsun kötüler de olsun, eskiden en azından bunlar
yoktu, tasarım bölümleri yoktu. Bunlar da olsun bir sular bulansın elbet
durulur diyorum. Söz hakkımızın olabileceğini düşünüyorum. Ecdada baktığın
zaman ufacık kumaş parçalarını bile değerlendiren, iğne oyası bilen, dikiş
bilen, örgü ören, örgülere isimler koyan, böyle bir ecdattan gelmekteyiz. Sizin
de çevrenizde vardır illa ki, böyle bir sanatkarlar topluluğu var, ama bakalım
çocuklarından, torunlarından olacak mı? Okullar falan, ama tabi o yeteneğin
olması lazım. Ses yok şarkıcı gibi bir şey. Ama biz ülke olarak sesi olmayan
insanlar da dinledik.
Eğitmenlik konusunda,
bir üniversiteden size teklif gelirse, hoca olma konusunda?
İnanılmaz öğretmen olmayı seviyorum. Bir kere bir kurstan
bize teklif geldi. Orada 9 mezunumuz oldu. İlk gideceğim zaman çok
heyecanlıydım. Sonra yaptım tabi, çok da keyif aldım. Yaptığım da şuydu, burada
ne yapıyorsam orada arada onu da gösterdim. Konferansa arkadaşlar da getirdim,
buhar makinesi nedir ne değildir gibi şeyleri de öğrettim; yani bir okuldan
mezun olmuş stajyerin buralara gidip gelme kısımlarını orada göstermiş oldum.
Bence ben değil bütün tasarımcılar; konferans kafi değil, zaman ayrılmalı böyle
şeylere.
“EĞER KARŞIMA YÜREĞİMİ HOPLATACAK BİR
KIZ ÇIKARSA EVLENİRİM”
Muhafazakar
yanınızdan bahsetmek istiyorum öncelikle. Şu anda kendinizi aseksüel mi kabul
ediyorsunuz öncelikle onu öğrenmek istiyoruz?
Söyleyeyim. Aseksüellik, gaylikten sonra bana inanılmaz
lezzetli geldi.
Bir yerde önce modern
eşcinsel sonra aseksüel demişsiniz de.
38 yaşına kadar yaşam biçimim eşcinsellik. 38 yaşından sonra
sevgiyle, 38 yaşından sonra kendi arzumla ettiğim tövbelerimle birlikte bu
tarafa geçtiğimde, ay ben ne kadar yoruluyormuşum gaylikten, göz yorgunluğu, o
yorgunluğu, bu yorgunluğu… O kadar lezzetli bir yermiş burası. Geçiş döneminde
aseksüel yaşamak zorundasınız. Sonra şimdi eğer karşıma yüreğimi hoplatacak bir
kız çıkarsa evlenirim. Hatta bir iki böyle düşündüm ama sonradan vazgeçtiklerim
oldu. Fakat şunu da unutmamak lazım, o tarafta da benim arkadaşlarım,
yaşanmışlıklarım var. Nasıl terzilikle ilgili bir şey sorulduğunda tokadı
çakarım dedim, aynı şekilde de eşcinsellik tokadını da çakarım, çok iyi
bilirim. Ama şu anki yaşantından razı mısın diye sorarsan, yani ancak bu kadar
keyifli olabilirdi. Ben iyi ki de böyle bir farkındalığa girmişim, iyi ki böyle
bir şeyin kararına varmışım. Çok şükrediyorum Rabbime. Muhafazakarlığa da
gelince bu ülkedeki muhafazakarlık kelimesinin karşıtının ne olduğunu da artık
bilmiyorum. Ben iktidar partisi AKP’ye oy verdim. Ben 40 yaşına kadar oy
vermedim. İlk defa birine oy verdim. Erdoğan’a oy verdim ben. Ben onun
tayfasına oy vermedim. Siyasetten hiç anlamayan bir adamım ben. Baktım
karşısında biri var mı? Bulamadım. En doğrusu budur diye verdim, fakat benim
muhafazakarlığım okuduğum Kur’an’la, Kur’an-ı Kerim’den anladığımla
orantılıdır. Öbür türlü beni ne kapalı kadın ne açık kadın beni ilgilendirir. Benim
çok sevdiğim ateist komşum da oldu. Rabbim ateistin üstünde bile kendini o
kadar güzel nakşeder ve gösterir ki. Ben aşk yolculuğundan memnun kaldım. Ben
namaz kılan adama “Euzübillahi mineşşeytanirracim ne demek” diye soruyorum,
bilmiyor. E Kur’an-ı Kerim’in başı daha lan bu. Nereden bilsin o zaman
Rahman’ı? Rahman, kategorize etmeyendir. Mesela itici insanlarla da tanıştım. Benim
bir travesti arkadaşım var dediğim zaman buz kesiyor, ama Bülent Ersoy benim
müşterim olduğunda onun etrafında Bülent Hanım Bülent Hanım diye dolaşıyorlar.
Bu konuyla ilgili,
mesela kadına şiddet konusunda Örce Kadın koleksiyonunu yaptınız. Eşcinseller
için böyle bir şey yapılabilir mi? Sonuçta toplum önünde bu konuya yakın olup
sözü geçebilen kişilerdensiniz.
Ben eşcinsellere birine belki bir kelime söyleyebilirim diye
televizyona çıktım Saba Tümer’e. Çünkü bilinen bir eşcinsel bir kelime
söyleyebilmekte. Şimdi çok kelimelerim olabilir ama biraz daha vaktim geçsin. “Hala
Tanju bir şeyler yapıyor mu?” diye soruyorlar çünkü bana. Şimdi değil bunu
konuşma zamanım. Benden dökülen arkadaşlarım geri dönüyor bana. Biraz daha
zaman geçsin. Mesela eşcinsel dilini bilirim. Hala görüştüğüm eşcinsel
arkadaşlarım da var. Ama onlar bilirler artık benim yanımda fazla bir muhabbet
edemeyeceklerini. Çünkü ben o muhabbette değilim. O muhabbetten kopmak çok zor.
Allah kolaylık versin, ama kopma kararını verip de, sen Allah’ın, Tanrı’nın,
Rabbin kapısını samimi bir şekilde çalacaksın da, o açmayacak. İbadette nefs
çok önemli. Ben de bütün nefsleri koydum önüme. Sonra dedim ki ben en büyüğünün
kafasını koparayım. En küçüğü bile çok zor. Nefsle siz et ve tırnak gibisiniz,
çok zor. Bazıları ufağından başlar, ben büyüğünden bıraktım. Sonra sigarayı
bıraktım. Alkolü zaten hemen bıraktım. Domuz etiyle alakam yoktu. Ama
geçenlerde bir yeğenim dedi ki bana, “Namazların senin egonu ne zaman
törpüleyecek?” dedi. 5 sene namazımı kıldım. Bir travesti arkadaşım, bir karar
verdi gay olmaya, çok önemli bir düzeni kırdı, ben onu bırakmamaya karar
verdim, çok da IQ’su yüksek bir arkadaş, ben de hep ısrar ediyordum sen namaza
başlasan da ben de abdalın olsam diye. Namaza başladı mı çocuk bir gün? Bir gün
internet karşısında uyuyakalıp uyanıyor ve diyor ki ben musaf olacağım, yani
Kur’an-ı Kerim’i baştan sona ezberleyeceğim. Öyle bir IQ. Daha önce
Hrıstiyanlığı denemiş. Ve bana bir şey sordu. Birine bir şey sorduğunuzda o
bilmiyorum cevabını verene kadar siz cevabınızı kendiniz bulursunuz ya. Soruyu
sordu suratıma şap diye yapıştı bilmemek. Tu dedi yazık senin kıldığın namaza
dedi. Sen dedi anlamadan bir de televizyonda inançlı bir adam olduğunu
anlatıyorsun dedi. O gün bana bir şey öğretti. Ben nasıl bir aşkla kılıyormuşum
ki namazı... Liste yaptım ben de neleri bilip bilmediğimi. Arapça Kur’an
öğrendim, Türkçe okuma gayretindeyim. Varsayalım çocuğum hastalandı,
dolabımdaki ilaçları anlamak için Türkçe okumalıyım. O da bu şekilde. Bütün
bildiklerimi bilmediklerimi kenarına not aldım. İnşallah son nefesime kadar
tövbelerime sahip kalabilirim ve her insanın olduğu gibi cennete aday olma
hakkım olur. Ak ve kara halattan ben ak olanı seçtim. Rabbime diyorum ki sen bu
benim seçtiğim ak halatı bırakmazsan ben hiç bırakmam. İblise bir dakika dur
diyorum. Benim Rabbim senin de Rabbin diyorum.
38 yaşınızdayken bu
olayı tetikleyen bir şey oldu mu peki?
Bodrum’daki bir arkadaşım telefonda bana “Ben Kur’an
okuyorum” dedi. Ben arada sırada namazları olan, ailesi tesettürlü değil ama
anneannesinden bir Kur’an-ı Kerim sesi duymuş bir adamım. O arkadaşım da boy
abdesti falan bile almayan bir arkadaşım. Onun demesi çok önemli oldu, başka
biri deseydi çarpmazdı. O “Ben okuyorum” deyince şok oldum. Ona şok olurken,
bana da hiç okumadığım geldi; ilk 10 sayfayı okudum. “Okuyor musun” dedi bana
arayıp, ben çoktan bırakmıştım, “Bana göre olmadı” dedim. “Okuyorum” dedim,
yalan! Ama okumaya devam etmeye karar verdim. Belli bir noktadan sonra
matematik seni alıyor içine zaten. Samimiyetiyle çekmeye başlıyor. Hurafe
koleksiyonunda biliyorsunuz Arap harfleri kullandım. Bakara 186’ta Allah diyor
ki, kullarım beni sana sorarsa, ben çok yakınım. Bazı zamanlarda evimde oturup
Kur’an okuyorum bütün gün. Evi tutma sebebim de; bir arkadaşımın evi, orada
partiler yapacağız, delireceğiz yani. Allah orada bana hiç parti nasip etmedi.
Bodrum’daki arkadaşım geldi, hiçbir gün bana hacı hoca tayin etmedi. O
samimiyette dediğiniz soruya gelmiş olduk. Lut kavmi hakkındaki kısımları
okuyunca falan tabi etkilendim.
“Eğer ben By Tanju Babacan Tesettür
diye bir mağaza açsaydım…”
Bir de
muhafazakarlaşan toplumda sizin de bu muhafazakarlığa uyduğunuz şeklinde
eleştiriler var?
Hep şuna sığındım, eğer ben By Tanju Babacan Tesettür
diye bir mağaza açsaydım, arabaların biri gelir biri giderdi. Bir sürü hanım da
çalıştırırdık tesettürlü. Bir sürü mailler aldık “Allah yar ve yardımcın olsun”
diye, bir sürü tebrikler, dualar aldık. Yani reklam kokmayan saf bir şey aldık,
ve bunu öyle güzel kullanabilirdik ki, hemen mağazayı açabilirdik. Hurafe koleksiyonu evrensel bir şey, asla sadece muhafazakar kesime yönelik değil. Vav harfi
yakın geldi sadece. Sonra da Ben Buraya Çıplak Geldim oldu zaten. Ben
frapanlığımı da baştan sona kapalı bir elbisede de verebileceğimi gösteriyorum.
Ki zaten eskiden kendini kapatmış bir zümre vardı, şimdi onların hepsi ortaya
döküldü ve bir tüketim başladı, ve bu insanların da bir arz talebi var,
yapmayalım mı elbise? Tabi ki yapacağız.
Tanju koleksiyonu ne
oldu acaba?
Birçok Tanju devreye girince onu öteledik. Çok sağlam bir
matematik, akorların çok iyi basması gerekiyor onun için.
“İMİTASYON KÜRK PIRIL PIRIL, SICAK MI
SICAK, VE SİZ BUNA İSTEDİĞİNİZ DESENİ İŞLEYEBİLİRSİNİZ”
Kürk konusundaki
düşüncelerinizi alabilir miyiz? Nil Karaibrahimgil’in giydiği
imitasyon kürk tasarımınız hakkında Bülent Ersoy “Bana gerçeğini
yapacaklar” dedi mesela bir röportajda?

“MODA BENİM MASTÜRBASYONUM”
Moda benim hobim. Mastürbasyonum diyelim, ne derseniz diyin.
Bu konudaki şeyi vücut atmak istiyor ve tasarımdan çok keyif alıyorum. Şu anki
nesilden memnun değilim ama iPadlerle büyüyen, 6-7 yaşlarındaki okulları
İngilizce olan çocuklardan ümitliyim tasarımda.
Dünya üzerinde, tasarımlarda bir geriye dönüş var, 60’lara,
70’lere; artık özgün tasarımlar çıkmıyor gibi. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
Hz. Adem’den beri insanlar giydiriliyor. Bu kadar zamandır
sadece iki kol var. Bu iki kolun üzerine yap yap, yap yap, akorlar birbirine
benzemeye başlayacak. Teknoloji ile birlikte hep bir ilerleme var, dikişte ise ancak
dikiş kaliteni ileri taşırsın. Bir kolun üzerine bir sürü insan, üniversite
düşünsün, benzeyecek illa. Chanel’den, Dior’dan sonra bitti bunlar. Ona bugün
yaşadığın enerjini yüklersin, o başka bir renk anlatır, seni anlatır biraz.

Ben bu kıyafeti başka bir yarışmaya yaptım ve Çin’den
birincilik alıp geldi. Ben o kıyafeti gönderirken zaten o birincimdi. Ki üstü
sikke olan bir giysinin altının da ona uyması gerekiyor. Hani bikiniyle
çıkaramazdım onu. Saçma sapan bir transparanlığa da gerek yoktu, ki ben çok iyi
transparan yaparım.
Sizce deadline
tasarımı öldürür mü?
Benim buraya 1.5 saat uzaklıkta bir köyüm var. Bazen diyorum
orada bir atölyem olsa, orada kızları alsam yanıma çalıştırsam, oradan yapıp
yapıp buraya göndersem kim bilir neler olur o zaman. Sen beni işte şu kadar
zaman gönder bir yere, yapayım. Toprak bile nadasta olduğu zaman başka şeyler
çıkarıyor. Nişantaşı’ndasınız, atölyeniz, yeriniz belli. Ama şu da var, asıl o
kısa zamanda bunu yapabiliyorsan değerli. Ben bizim defileden sonra bir
defileye girdim, nasıl yavan geliyor arkayı bildikten sonra. Defileden sonra
rahat rahat otursak sonraki defilede bunu beğendim beğenmedim diyebilsek
istedik ama zahmeti bildiğimizden tabi yapamadık, bir de benden sonraki
arkadaşın kıyafetleri hakkında çok iyi konuşamayacağım. Ekip işi bu, senin orada
çıkardığın bir ünlü varsa, ünlü konukların varsa, ama elbiselerinde fermuarlar
S yapa yapa geliyorsa, dikişlerin berbatsa; kapa bu dükkanı, yapma bu işi.
Bilenler toplanmaya başladı artık, gerçi bilenler de tartışılır. Kumaş çok
önemli değil ama dikişi çok önemsiyorum. Birini yaşıyorum zaten, ömrüm
yetiştirerek geçiyor. Belki o yüzden istiyorum böyle rahat rahat yapabilsem,
tavuk yumurtadan nasıl çıkar görsem, domatesin patlamasını seyretsem. Avrupa’da
gezeyim falan demiyorum, köyümde, özümden çıkanı çıkarmak derdim.
Benimle Dans Eder
Misin gibi yarışmalara tasarım yapmıştınız. Bundan sonra yapmaya devam eder
misiniz?
Bundan sonra yapacak gibi gözükmüyoruz çünkü Türkiye’deki
prodüksiyonlar bu konuya çok para harcamak istemiyorlar, ancak bizim de
kalitemiz belli tabi. Ülke olarak dans yarışması olsun, şarkı yarışması olsun
bu konularda başarılı isimleri izlememiz gerekli diye düşünüyorum; çok gereksiz
yarışmalar oluyor. Güzel işlere imza atmak istiyorum ancak o müzikaller,
televizyon şovları ülkemizde yok ve hala bütçeleri kısmak niyetindeler.

Bazen su kovayla dökülmese de, sızıyor. Size kadar geliyor,
siz de buraya kadar geliyorsunuz. Hiç öyle paniklerim yok benim. Söylenirse
seviniyoruz tabi ama söylenmese de önemli değil. Bizim söyleme hakkımız var
artık, biz derken artık baya bir kalabalığız ve ben bunu yaptım diyebiliyoruz
elimizdeki oyuncaklarla. Mesela Nil’de gerçekleştirdiğim performansta birçok
kişinin dikkatini çektim, bazılarının çekmesi hiç önemli olmuyor ama bazı
insanların dikkatini çekmek de beni mutlu ediyor, mesela Biricik Suden çok
beğendiğini söylemişti ve çok mutlu olmuştum.
Çalışmaktan en çok
keyif aldığınız isimler peki?
Aldığım kişiler var ama bakalım o yaptığım elbiseden ya da
projeden mutluluk duyuyor muyum? Ama Nil Karaibrahimgil sanırım tüm
tasarımcıların en rahat çalışabileceği kişidir. O dev markasının altında
gerçekten zarif, nazik, emeği geçenlere övgüsünü bilen, takdirli biri. Annesi de
terzilik bilen bir hanım. Güngörmüş bir insan ve davranışı da o doğrultuda. Zor müşteriler de oluyor
bizde tabi, ama kolay müşteri de çok geliyor tabi. Kolay derken pek bilmeden
gelenler. Zor olanlar da oluyor, biz zorları seviyoruz diyelim.
“SAHTE BİR SAKALIM VAR, HANİ KESSEM
SAKALLARIMI, TAKARIM ONU GEZERİM”
Sakal konusunda, 4
günde bir boyattığınızı söylemişsiniz. 4 günde bir boyatmak zor oluyor mu,
sıkıldığınız oluyor mu? Kariyerinizin sonuna kadar kırmızı sakalla mı göreceğiz
sizi?
Bu kararı ben verdim ve yaptırdım. Meşakkatli, zor ama suratınızda
bir renk olması nedeniyle kendinizi renkli hissediyorsunuz. Mesela siz geldiniz
ya, kendimi iyi göstermek zorunda değilim, dip boyam olmasın, kırmızı haliyle
yeter. Gülruz Sururi’nin gözlerinden aklıma geldi, kişinin özelliği gibi
denebilir. Bir başkaldırı sonrası bu sakal oldu, şimdi de markalaştı Red Beard
olarak, memnunum. Bana “Eyvah, daha hiç boyamazsın” diyenler oldu, belki bir
gün boyarım, Red Beard da devam eder, böyle de bir anı olur bize. Fakat sahte
bir sakalım var, hani kessem sakallarımı, takarım onu gezerim yine de.
Red Beard markasının
gideceği yer neresi peki?
![]() |
Red Beard logosu |
Burçin İnan Özel: Bir
senedir aşağı yukarı aklımızdaydı, kurumsal hazırlık bu seneye denk geldi, 7-8
aydır uğraşıyorduk. Bayilik vermeye başladık. 2011’de 630 küsür tasarım yaptı
bu ofis. Ki hepsi özgün tasarımlar. Dans yarışmalarına gidenler, abiyeler,
casuallar, takımlar… Büyük markalar bile 500 üzerinde tasarım yapmıyorlar ki
buna kozmetikte çıkardıkları krem bile dahil. Biraz acaba bu birikimi harcıyor
muyuz, insanlar anlıyor mu diye düşünmeye başladık. İnsanlar empatiden yoksun
ve bu yanlış anlaşılmalara neden oluyor. Tasarımların anlaşılamadığına inanmaya
başladık ve hazır giyime girmeye karar verdik 2012’de. Konfeksiyon diyemiyoruz,
çünkü üst segment. 20 yılın sonunda bugün kendiliğinden oluşan bir kaşe var,
biraz kumaş gibi değişkenlerden etkilenen ve tabi tasarım, emek gibi etkenler
var da; biraz daha alt segment olsun istedik. Kurumsallaşma yönünde de Red
Beard isminin uygun olacağına karar verdik. Kızıl insanlar da kendilerine Red
Hair değil Red Beard der mesela, oturmuş bir ad. Biz de tekstil alanında böyle
bir eksiklik gördük ve patentini aldık. Segment Vakko segmentine yakın olacak,
Türkiye’de Vakko giyen kadının alabileceği seviyede, kalitede ürünler olacak.
Bu fiyat segmentinde bir marka oluşturmak istedik bakalım ne olacak, şimdi iki koleksiyonumuz
var, Hurafe ve Mercedes Benz Fashion Week İstanbul’daki defilede yer alan
koleksiyonumuz. Bir sene bilançoları gördükten sonra tabi kararlar vermek
istiyoruz ama planlarımızda büyük bir yatırım şirketine açmak da var, trendleri
belirleyen büyük bir marka olmak da. Birçok alternatif var, şimdilik bu yıl
için sadece bayilik veriyoruz. Bu ay sonu itibariyle açıklamalar gerçekleşecek.
Türkiye genelinde konuştuğumuz yerler var, gelecek seneden itibaren de franchise
vermeyi düşünüyoruz. Ondan sonra da göreceğiz nereye gideceğini. Logo güzel oldu, kurumsal
yapıyı beğeniyoruz ama bir sene sonra www.n11.com sitesinde. Her markanın yer
alabileceği büyük bir oluşum. Televizyon reklamları başlayacak şimdi, 500
milyon TL’lik bir reklam bütçesi ayırmışlar bu konuya, sitede markaları yer
alan tasarımcıların ortak defileleri falan olacak. Nisan-Mayıs itibariyle sık
sık duyarsınız diye düşünüyoruz. İnternet bizim tekrar sektöre sarılmamızda,
kurumsallaşmamızda etkili oldu. Sosyal medyayı iyi kullandığımızı düşünüyoruz
açıkçası. Çok fazla PR şirketleriyle çalışmıyoruz, bir şeyin çok fazla
yayılması için çaba sarfetmiyoruz. Kendiliğinden iyi bir şeyin yayılabileceğini
düşünüyoruz ve internete güveniyoruz. İnternet kullanımımız PR’dan ziyade
şeffaflık üzerine. Biz Nil Karaibrahimgil’i ticari bir meta olarak kullanmak
istemedik mesela. Herkesin ortak fikirlerini beyan edebildiği bir ortam var
internette ve yapmış olduğunuz şeyi yatırım yapmaksızın sizinle ilgilenenlere
paylaşabiliyorsunuz. Doğru bilgiyi seçip analiz eden kişiler de ulaşabiliyor ve
o kadarı da yeter bize, biz Koton kadar alt segmentte, ucuz diyebileceğimiz
fiyatlarda ürünler üretecek bir ekip değiliz. Kaliteli kumaşlarla, elit ve şık
kadına hitap edecek ürünler yapmaktayız, ileride ne olur bilemiyoruz.
Sponsorsuz girdik mesela defileye de Mercedes Benz Fashion Week İstanbul’da,
tabi iplik, kuaför ve makyaj dışında, bir ana sponsor şeklinde sponsor olmadan.
Markanın öne çıkmasını diledik ve ileride bir yatırım, ortaklık veya devlet
desteği şeklinde ilerleyebiliriz. Sakalı değişebilir tabi, bir baskım yok
ona. İnterneti çok değerli buluyoruz, bu hafta online alışveriş başladı.
Tanju Babacan: Ben
devletin kesinlikle desteği olması gerektiğini düşünüyorum.
Burçin İnan Özel:
Veriyorlar destek ama tabi İstanbul’da devlet desteği konusu bölgeye dayalı
olarak en düşük derecede. Bu yoğunluğumuz da varken devlet desteği için
uğraşmak zor gözüküyor ancak göreceğiz markanın durumuna göre, Red Beard çok
yeni. Aralık’ta çekimleri yaptık Tanzanya’da, şimdi daha yeniyiz. 2013’teki
durumu görüp ona göre hareket edeceğiz. Ancak markamız recyclable olacak.
Hiçbir şekilde doğaya zararı olan malzemeler kullanılmayacak, kurumsal
paketlemeler gibi; her şeyin organik olmasına çalışılacak. Şu anda organik
teknoloji elegant çalışmaya çok elverişli değil, baskı stillerinde falan
gelişmeler var. Bugün bir Galliano etiketi gördüğünüz ürünü ekodizayn
kullanarak ortaya çıkarabileceğiniz bir teknoloji geliyor. Herhalde bizim
markamız bu alanı sahiplenecek, çünkü bütün hazırlığı ona göre yapıyoruz.
Bundan sonraki koleksiyonlarımızda da evrensel değerlere sahip çıkan bir marka
yüzü oluşturmak istiyoruz. Daha yapmacık konular yerine herkesi kapsayan
konular seçip vizyonu olan bir marka yaratmak istiyoruz, Red Beard dendiğinde
vizyonu ve misyonu belli ve şeffaf bir marka olup, ilk bilançomuzu aldıktan
sonra muhasebe kayıtları da dahil internetten her şeyi açık şekilde paylaşan
bir marka olmak istiyoruz.
Mesela iPhone kılıfı
gibi aksesuarlar tasarlamayı düşünüyor musunuz peki?
Tanju Babacan: (Gülerek)
Nereden aklına geldi? Bu ülkede, Çanakkale Harbi’nde bir mayın hadisesi var, o
mayınla ilgili paşa bir rüya görüyor, gidiyor diyor “Mayınımız kalmadı”. “Mayınımız
yok, sadece Osmanlı’nın yaptığı mayınlar kaldı ama ona güvenmiyoruz” diyorlar
ona. Ve savaşı kazanmamızın en büyük nedenlerinden biri, o güvenmeyip kenara
bıraktıkları mayınlar dizilmiş en son. Yani Osmanlı yaptı bunu bu patlamaz diye
baktıkları hadiseler. Şimdi Türk tasarımcıların bir telefon kılıfını
tasarlaması için biraz daha zaman gerekli diye bakıyorum ben. Başka şeyler
olabilir diye bakıyorum. Dünya markalarının koleksiyonunu takip edip,
Valentino’nun tasarımını bir Türk tasarımcısına yaptırmaya çalışıyorlar. Neyin
ne demek olduğunu bilmeyen bir alıcı zümre var ortada. Külodunuzun lastiğinde
Valentino yazmasıyla, Tanju Babacan yazmasında komik bir farklılık var diye
bakıyorum. Ben kendimi küçümsedim bir an bilmiyorum. Ben bir mutfağa girip o
mutfaktaki ustalarıyla kısa bir zaman geçirip ürün ne olursa olsun onu
tasarlamaya haiz bir insanım. Ancak, tasarladığım bu ülkede ne kadar geçer
akçedir o da ayrı mesele.
No comments:
Post a Comment