Apologies to all my foreigner followers, but I haven't got the chance to translate this great interview into English. I will let you know when I translate it. Cheers ;)
*****
Mercedes-Benz Fashion Week İstanbul’daki sunumuyla adından sıkça söz ettiren Kith and Kin markasının kurucusu ve tasarımcısı Serra Kefeli ile bir röportaj gerçekleştirdik. İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda Tasarımı Bölümü’nü bitirdikten sonra Milano’da Domus Academy’de yüksek lisans yapan Kefeli, İstanbul’a döndükten sonra atölye açmaya birden, cesaretle başladığını belirtiyor. Mercedes-Benz Fashion Week İstanbul'da yaptığı sunumun görsellerine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz, videoyu da hemen altına koyuyorum.
Londra’daki Wolf and Badger butiklerinde de ürünleri
bulunan tasarımcıyla yaptığımız röportaja geçelim isterseniz.
Neden Serra Kefeli değil de Kith &
Kin’i kullanıyorsunuz marka ismi olarak?
Kith & Kin’in bir anlamı var, birlikte olmak, aile
olmak, aynı ruhu hissetmek gibi. Bu kıyafeti giyen kadınlar bu ruhu hisseder
gibi. Kıyafetlere daha fazla anlam yüklediğini hissediyorum bu ismin.
Pantolonda kendi adımı görmek garip geliyor, ben marka ismi, logosu olmasını,
bir şekli olmasını tercih ederim.
Marka adının Kith
& Kin olmasında biraz da hazır giyim üzerine düşünmenizin bir etkisi var
mı? Kariyer hedefinizin bu yönde olduğunu düşünebilir miyiz?
Artısı eksisi var böyle olmasının, ama bazı şeylerde “Serra
Kefeli: Kith & Kin tasarımcısı” diye cümleler kuruluyor, genelde
bültenlerde de o şekilde gidiyor. Benim tercihimdi o açıkçası, ben biraz geride
kalmak istedim.
Marka bilinirliği
açısından Kith & Kin doğru isim oldu mu sizce peki? Çünkü internette
arandığında pek bulunabilir olduğu söylenemez.
Kith & Kin olarak yurtdışında başka şeyler de var;
Türkiye’de tescilli şekilde benim ama Serra Kefeli diye yazınca bir şeyler
çıkıyor, Kith & Kin yazınca başka şeyler çıkıyor. “Serra Kefeli Kith &
Kin” deyince farklı şeyler çıkıyor. Bir karışıklık var, ama sanırım zamanla
oturacak bir şey bu.
Space Odyssey
hakkında bir koleksiyonunuz oldu. Bu nasıl olabiliyor?
Arkadaşımla izledik, işte keşke yiyecekler de böyle olsa,
içecekler de böyle olsa, keşke biz de bunları yesek derken film üzerine aşırı
derecede konuştuk ve koleksiyonda baktığım zaman, benim yaşamımda beni çok
etkilemiş ve üzerine çok düşündüğüm ve konuştuğum bir filmdi. Hep “Bir yerlere
gidelim, bir yolculuk yapalım”ın yansıması aslında koleksiyonlar.
Birçok şeyden ilham
alabiliyorsunuz. Afrika, uzay, Mısır, doğa, deniz, yaşam döngüsü gibi. Karar
verme aşamasında bu koleksiyon şu temaya ait olmalı süreciniz nası işliyor?
Çok fazla yaşamıma giriyor, her düşündüğüm o oluyor,
espriler o konuda, birden yaşamıma giriyor. Yaşamda fazlaca telaffuz ettiğim ve
çokça düşündüğüm şeyler oluyor. Benim hayatımda yeri olan şeyler diyebilirim.
Resim de
yapıyorsunuz, önceki koleksiyonlarınızda kıyafetlere basmıştınız, şimdi de
tablolarınızı studioya astınız. Bir iddianız var mı resim konusunda?
Ben resmi zevkine yapıyorum, kafa dağıtmak için. Bir iddiam
yok ama ben eğleniyorum, iyi hissettiriyor beni. Kendimi rahatlatmak için, beni
yansıtan bir şey. Ondan sonra ben tablodaki resmi çektim, bunu kumaşa
bastırdım. Benim bir konu için üzüldüğüm olabilir, o şekilleri elbisede görünce
temizleniyor sanki o duygu, daha iyi bir şeye vesile oluyor.
Son koleksiyonunuz
mayo koleksiyonuydu, ve 2011’de verdiğiniz bir röportajda erkek tişörtü
tasarlayabileceğinizi söylemiştiniz. Şu an böyle bir planınız var mı?
İstiyorum tabi, birçok şeyi denemek istiyorum. Belki de bir
iş planıyla falan ilerlemek gerekiyor belki ama elinizde bir atölye varken de
denemek istiyorsunuz. Mayo da oradan çıktı aslında. Çünkü hep bodysuitler
yapıyoruz aslında. Herkes soruyordu bunlarla denize girilir mi diye, ondan
sonra “Hadi ya, keşke denize girilseydi” deniyordu. Ben de açıkçası denize
girilebilir bir şey yapmak çok istedim, oradan çıktı. Erkek model de vardı
sunumumda stylinge katkısı olması için, ama şu anda gündemde erkek yok. İleride
olabilir. İç çamaşırı lineı yapmak istiyorum belki bir sonraki fashion weekte
göstermek için, ufak bir line. İç çamaşırını da denemek istiyorum mesela. Gene
bodysuitler falan ama bu sefer underwearlar olacak.
İç çamaşırı yapmak
istiyorsunuz, mayo yaptınız, peki bunların eğitimini aldınız mı, yoksa şart
değil mi?
Mayonun eğitimini almadım ama 6 koleksiyon hep bodysuit
yaptım mesela. Mayo dikmek bambaşka bir şey tabi ki. Makinalar farklı. Bir şey
diktiğiniz zaman çok yakınlar birbirine bir bakıma da. Mayoyla ilgili bilen bir
kişiye danıştım ben, hani nasıl olalım, buradan mı dikelim, teknik çizimim
doğru mu diye bilen birinden fikir aldım. İç çamaşırı mesela hiç bilmediğim bir
şey, ama yine bodysuit şeklinde gideceğim, kendi yaptığıma yakın bir şey
denemek istiyorum. Ama gene bilen birine soracağım.
Peki ayakkabı,
aksesuar konusunda bir şey yapacak mısınız?
Hayır, ayakkabı başka bir şey, çanta başka bir şey, hiç eğitimim
yok. Aksesuarla ilgili de bilmiyorum, çok aksesuar insanı değilim. Benim
elimden gelen bir şey değil yani.
Sunumunuzda
istediğiniz konsepti yansıtabiliyorsunuz. Önümüzdeki senelerde runwaye
çıktığınızda istediğiniz bir konsepti sağlayabileceğinizi düşünüyor musunuz?
O alanı zorlamak istiyorum mesela. Ben dekorla bir şeyler
yapmayı seviyorum, sanki tiyatro sahnesiymiş gibi. Mutlaka dekor olur, düz
catwalk olmaz yani. İmkanları zorlarız diye düşünüyorum.
Sizin tercihiniz
hangi yönde peki, studio mu runway mi?
Studio çok daha rahat bir ortam, palmiye getirttik mesela.
Ama bu studio ortamı daha küçüktü, büyük alan olması daha güzel olurdu.
Catwalkun biraz daha zamanı var gibi geliyor bana.
Önemli bir süre
eğitim aldınız. Tasarım eğitimi olsun, yüksek lisans olsun. Bu kadar eğitim
almak sizin için gerekli miydi? Eğitiminizi daha erken bitirmiş olmak ister
miydiniz?
Hayır, bence faydası oldu her şekilde. Gördüğünüz şeyler
var, bildiğiniz şeyler var. Evet, ben bunu biliyorum diyip girdiğiniz şeyler
var. Eğitim önemli bence. Atölyede de benim 3,5 sene bitti, ben atölyede de çok
şey öğrendim: bazı kumaşı, bazı şeyleri, belli dikiş tekniklerini,
düzeltmeleri. Ben ustadan da çok şey öğrendim benim işimi diken. Ama usta da
“Ben hayatımda böyle bir şey dikmedim, ilk defa sende görüyorum” diyebiliyor,
karşılıklı besleniyorsunuz, bu karşılıklı bir öğrenme.
Vintage seviyorsunuz.
Çoğunlukla tasarımcılardan da geçmişe dönük tasarımlar görüyoruz. Bu konuda
düşünceniz nedir?
Bir hocam moda sosyolojisiyle ilgili “Vintage kendini iyi
hissettirir insana, çünkü güvenlidir, yaşanmıştır, bilirsin sen onu” demişti.
Beni mutlu ediyor vintage ve kendimi güvende hissettiriyor. Ben kendim giydiğim
şeylerde de anne ve anneannemin şeylerini giyiyorum. Ya da benim alışveriş
yaptığım vintage dükkanlar var özellikle merak ettiğim, takip ettiğim. Hani
böyle mutlu eden, insanın yüzünü güldüren tasarımlar var. Benim sunumumda da
motel, 60’lar, o dönemlere ait bir video gösterdik. İnsanlarda da tanıdık ve
gülümseyen bir ifade oluyor. Benim bu koleksiyonda tamamen vintage diye çıktık.
Ama daha önceki koleksiyonlarda da çok modern kesimler yoktur bende. Ben
istemeden de öyle çıkıyor, ben çizdiğim için eskiye ait bir şeyler oluyor.
Benim tarzım değil, salaş şeyler sevmiyorum. Beni kot pantolonla falan gören
“Ne? Kot mu giyiyorsun? Yok artık” der, ben kabarık etek gibi şeyleri
seviyorum. Ben olduğum için, beni yansıttığı için öyle. Gözüm böyle şeyler
arıyor, ipekler, kemerler, kuplar arıyor. Vücuda tam oturmuş şeyler arıyor.
Vintage aşkınız
nereden geliyor?
Benim anneannem, annem hep giyinmeye seven kişilerdi.
Süslüler, anneannem öyle pek bir şey beğenmez. Küçükken onların arasında
büyüdüm ve hoşuma gidiyordu. İkisi de hayatta değil, birden o kadar şey bana
kaldı. Bedenlerimiz, ayak numaralarımız aynı. Öyle bir gardırop kalınca insan
kullanıyor. Hem tanıdık, duygusal bağı da var.
En çok vintage
alışveriş yaptığınız dükkanlar?
Milano’da Lipstick adlı bir dükkan vardı evimin
karşısında. Vintage Deli diye bir yer var
Londra’da.
Kariyerimin en iyi
parçası dediğiniz bir parça var mı?
İlk sezonda tek göğüslü bir ceket vardı Sinem Kobal’ın Küçük
Sırlar’da giydiği. Ondan sonra o ceketle ilgili o kadar çok mail aldım ki.
Üçüncü sezonda tekrar yaptım. Bu sefer kısa kollu yaz için yaptım, onu da Buse
Terim giymişti. Asimetrik şeyler insanların dikkatini çekiyor, enteresan bir
dekolte oldu o. Ondan sonra ben değişik versiyonlarını denedim, kullanıldı,
sevildi. Benim çok fazla üstüne düştüğüm bir ürün değil ama herkesin çok beğendiği
bir ürün oldu. Benim öyle çok çok beğendiğim birkaç etek var mesela, şekli çok
enteresan şekilde çıkan. Ya da bu siyah etek son koleksiyondaki, geometrik
olan, onu da seviyorum çok.
Tasarım süreciniz
nasıl geçiyor? Yaşadığınız her şeye biraz profesyonel bakmak olmuyor mu?
Düşünerek olmuyor aslında, bu olmalı diye birden geliyor.
Ben bunu çok düşünüyorum, bunu yapmalıyım şeklinde oluyor. Ama günün sonunda
trend reportları falan da görmek gerekiyor, onun için de l’appart pr’la
çalışıyorum, hangi kumaşı tercih etmeliyiz, trendler neler gibi konularda. Daha
önce askı sisteminde dizilere ürün gidiyordu, şu anda daha çok yurtdışına
yönelik çalışıyoruz fuar ve tasarıma yönelik, koleksiyonu da birlikte
geliştiriyoruz diyebilirim l’appart’la. Çünkü doğru renkler, doğru desenlerle,
fuarda da satış elde etmek istiyoruz. Mesela ben çiziyorum, ondan sonra kumaş
bakıyorum. Aklımda bir kumaş olabiliyor, ama yeni bir kumaş görüp “Aa bu buna
olabilir” diyip değiştirdiğim de oluyor. Renkler önceden belli oluyor kafamda
zaten, sonra kalıp, kesim, dikim, model hazırlama, imaj çekimi gibi ilerliyor.
Bu sene şu renkler
moda diyip o renkler üzerinden tasarım yaptınız mı?
Hayır, benim aklımda zaten yeşiller, turuncular, maviler
vardı. Ondan sonra l’appart ile konuştuk, ben bunu bunu kullanmak istiyorum
diye, trend reportu açıyorlar, turuncunun bu tonu olsun mutlaka diyor mesela.
Ben turuncunun koyusunu seçmişimdir ama çok açığı da var. Mutlaka o koyuyu
kullanmaya gayret ediyorum, ama trend reportta ve herkeste olan şeyi de koyuyorum
ki satış elde edebilelim. Günün sonunda fuarda satış ve başarı elde edebilmek
odaklı oluyor bizim çalışmamız. Çünkü para gerekli ki daha fazla şey
yapabilelim.
Maddi yönden bakmak
tasarımı öldürmüyor mu?
Öldürüyor ama maddi olmayınca da iş dönmüyor, çok sıkıntılı
bir şey bu durum. Bir şirketin içinde her şey oluyorsunuz. Faturayı ben
kesiyorum, muhasebeciye ben gönderiyorum vs, kazanıyor muyuz, kazanmıyor muyuz,
sorguladığım oluyor. Moral bozucu tabi, ben ipek kullanmak istiyorum, koy metrelerce
ipeği bana, ama koyamıyorsunuz. Ama hayatta kalmak için de biraz para
gerekiyor. Ara sıra kayırdığım modeller oluyor yani, satmayacağını biliyorsunuz
ama yapmak istiyorsunuz. Ama kayıramadığımız da oluyor, o zaman da destek
aldığım kişileri dinlemek gerekiyor.
Giyilebilirlik
kaygınız olmasa nasıl tasarımlar ortaya çıkarırsınız?
Mesela hiçbir kaygım olmasa, mesela kumaşı koy metrelerce,
dökümlü bir ipek yapayım. Mesela ipek şifona basardım belki printleri, normal
bildiğimiz şifona basıyoruz çünkü. Bütün koleksiyonu yap ipek şifondan mesela,
daha farklı olurdu.
Kariyerinizde
ulaşabileceğinizi düşündüğünüz en üst nokta neresi?
Mesela devamlı fuara katılmak isterim. Devamlı Fashion
Week’e katılmak isterim. Benim öyle çok şık, çok lüks bir yerde showroomum
olsun ya da bir butiğim olsun diye bir isteğim yok. Sadece şu an bana ait olan
bir atölyem olsun Osmanbey’de istiyorum, her şeyim var zaten. Önceden
Osmanbey’deydi, şimdi yine döneceğim Osmanbey’e. Zaten Osmanbey’den taşındığıma
da çok pişman oldum, biraz pişmanlığın da etkisi var.
Kendi markanızı mı
ilerletmek istersiniz, yoksa büyük bir markadan size teklif gelse, öyle mi
çalışmak istersiniz?
Ben tabi ki Kith & Kin’i bir yerlere taşımak isterim, bu
devam etsin, çoluğuma çocuğuma da kalsın isterim çünkü emeğim de çok markada.
Collaborationlar da yapmak isterim, farklı bir vizyon, bilinirliğe katkısı
oluyor. Ben nereye taşıyabilirsem oraya taşımak istiyorum markamı.
Hi there, thank you for following my Blog it mean a lot;) your Fashion and Event Blog is amazing and i'm looking forward to read more :) !
ReplyDeleteDenise<3
http://diary-of-a-fashion-designer.blogspot.de